Bu yazım Kıpırcan’ın yuvaya gittiği iki sene boyunca hem klasik (play-based) hem de Montessori okullarındaki tecrübeleri ve benim ebeveyn olarak gözlemlerimi içeriyor. Yazı klasik ve Montessori yuvalarını karşılaştırmanın yanı sıra oğlumun mizacın etkilerini de göz önünde bulunduruyor. Özellikle Türkiye’de yeni bir Montessori Okulu oluşumunun temellerinin atıldığı bu günlerde, bu yazı kafanizdaki sorulara nasıl ver nerede cevap aramanız gerektiği konusunda yol gösterir umarım.
2 sene evvel Kıpırcan’ın yuva yaşı geldiğinde bir yuvada aradıklarımı Yuva Seçimi – Bölüm 1 yazımda yazmıştım. O dönemde şu anda gittiği Montessori Okulu da dahil olmak üzere 2 Montessori Okulu gezmiş, görmüş ama bize yakın klasik bir yuvada karar kılmıştım. Bu ufak yuvada ağırlıklı olarak İspanyolca konuşulduğunu ve dolayısı ile en önemli kriterlerimden olan Kıpırcan’ın ingilizcesinin gelişmesinin fena halde baltalandığını farkettiğim anda (zaten bu esnada Kıpırcan da bu okula gitmek istemiyordu) okulu değiştirip haftada 3 yarım gün, belediyenin parklarındaki okullardan birine geçirmiştim.
Bu noktada benim eğitim ile ilgili kendi kendime ürettiğim teorilerden birini ispatlayan bir gelişme oldu. Bence eğitim sistemi ne olursa olsun, öğretmen iyi bir öğretmense çocuklar durdurulamaz şekilde gelişiyorlar ve mutlu oluyorlar. Eğitim sistemine kuş kondursan da, öğretmen kalitesiz, isteksiz ve hatta yıkıcı ise çocuklar ileri döndürülemez bir şekilde geri gidiyorlar.
Bu yeni okulda Kıpırcan öğretmenini acayip sevdi. Öğretmen velilerin yanında oldukça mesafeli, çocuklar azıttığında time-out veren bir öğretmendi ama Kıpırcan Miss Coleen diyordu, başka birşey demiyordu. Ayrıca yeni bir gelişme oldu. 4 senedir kalem bile tutmak istemeyen Kıpırcan birden yazı yazmaya, birşeyler karalamaya başladı. Her gün öğretmenin verdiği fotopiyi alır, “anne ödev yapıcam” der, oturur, hepsini bitirene kadar kalkmazdı. İngilizcesi ilerledi, “okula gitmek istemiyorum”lar kesildi. Yuvada basit harf ve rakam tanıma dersleri dışında serbest oyun, elişi ve sporsal aktiviteler de yapıyorlardı. Zaten oyun parkının ve kapalı spor salonunun olduğu kocaman bir park. Bu basit yuvadan çok memnun kaldık.
Ertesi sene için düşünme vakti geldiğinde Miss Colleen bize 3-4 yaş grubu için yuvanın her sene müfredatı tekrarladığını söyledi. Sene başında “akademik olarak Eisntein olmasına gerek yok” dediğim oğlumun kısa bir sürede okuma, yazma işlerine ne kadar meraklı olduğunu görünce tekrar aynı şeyleri tekrarlatmanın çocuğuma haksızlık olacağını düşündüm.
Montessori Metodu ile 1.5 yaşında hayatımıza giren üçüncü annemiz Ana sayesinde tanişmıştım. Beğendiğim yönleri olan ve belli başlı aktivitelerini evde uyguladığım Montessori sistemine veya okullarına Tarık Akan’a slow motion koşan Hale Soygazi edası ile koşmamı engelleyen birçok sebep vardı. Bunlar:
1. Montessori okullarında çocukların alışık olduğu araba, bebek gibi oyuncakların olmaması.
2. Bireysel iş yapma sisteminden dolayı oğlumun dil gelişiminin sekteye uğrayacağını düşünmem.
3. O yaşlarda zaten çok girişken olmayan oğlumun fena halde tek başına kalacağı konusunda endişelenmem.
4. Elişi ve sanat işlerinin çok ağırlıklı olmamasının zaten resim veya elişi ile alakası olmayan oğlumu o alanda geri bırakacağını düşünmem.
5. Masa ve sandalye sayısının az olması ve işlerin genelde yerde yapılması bana ters gelmesi idi.
Hangilerinde haklı çıktım, hangilerinde şaşırdım ve bunların üstüne neler öğrendim yarın ki yazımda okuyacaksınız.
Bu serinin devamı:
Kıpırcan’ın Montessori Okulu tecrubeleri – Bölüm II
Kıpırcan’ın Montessori Okulu tecrubeleri – Bölüm III
Şu aralar şu okularayışı ile kafayı yemek üzereyim…yuvayı hernedense çok öenmsiyorum.Yazını büyük bir merakla bekliyorum.Umarım bana da bir kapı açar.