Daha evvel gezdiğim bu Montessori okuluna tekrar geldik. Okul 3-6 yaştan başlıyor, 8. seneye kadar eğitim veriyor. Ufak bir okul, sahipleri Koreli. Beni bu okula çeken şeylerin başında çocukları hergün çıkardıkları kapalı bir bahçelerinin olması ve okulun hemen yanında oyun parkının bulunması geldi. Benim için gün içi Kıpırcan’ın enerjisini eğlenerek harcaması çok mühim. Ayrıca çocuklar dahil herkes okula ayakkabıları çıkarıp terlikle giriyor. Dolayısı ile yerde iş yapılsa bile yerler temiz. Yemekleri cater ettikleri yerden verdikleri menüler makul ve mantıklı. Öğretmenlerin hepsi de pamuk gibi. Ayrıca 5 yaşından sonra isteyene piyano dersi de veriyorlar. Geçtiğimiz Eylül’de oğulcan Montessori yuvasına başladı.
1. İlk bir iki hafta okulda “oyuncak” yok diye gitmek istemedi. “Ben kamyon, itfaiye (eski okullarındaki sevdiği oyuncaklara referans göstererek) istiyorum” diye inat etti. Sonra ya alıştı, ya unuttu veya artık halini kabullendi. Ama ilk dönem ara ara niye bu okulda oyuncak yok diye hatırına gelir söylenirdi. Evde yeteri kadar (hatta fazlası ile) oyuncağı olduğu ve okula yarım gün gittiği için eve gelir gelmez oyuncaklarına dalar.
2. ve 3. Bence Montessori ile ilgili en yanlış önyargı, sistemin bireyselliğe dayandığının düşünülmesi. Aksine sistem koyun sürüsü mentalitesini yıkıp onun yerine işbirliği mentalitesini getiriyor. Kimse boş değil, başıboş değil. Kıpırcan’ın okulunda benim gözlemlediğim tek başına iş yapmak isteyen tek başına yapıyor ama birçok kereler ortaklaşa iş yapıyorlar. Mesela Kıpırcan’ın yapmayacağını bildiğim şeyleri sevdiği arkadaşları yaptığı için onlarla yapıyor.
Bu noktada Kıpırcan’ın dil gelişimi de sosyalleşmesi de benim tahminlerimin aksi yönünde bir yol izledi. Bunda öğretmenlerin öğrencileri ile birebir ilgilenmesi ve ona uygun işlere yönlendirmesi de etkili diye düşünüyorum. Kıpırcan şu anda ingilizceye yaşıtları kadar hakim ve ara ara güç dengeleri değişse de hep arkadaşları ile oynuyorlar veya iş yapıyorlar.
4. Bu nokta beni gerçekten şaşırtan tek nokta oldu. Hala daha Montessori yuvasında, gün içinde bildiğimiz klasik anlamda resim veya elişi aktivitesinin yeterli olmadığını düşünüyorum. Ama işin aslı çok derin. Çünkü Kıpırcan’ın resim ve elişi kabiliyeti son 2-3 aydır aldı başını gitti. İnanılmaz şeyler çiziyor. Sadece çizgilerin güzelliği değil, kağıda dökebildiği hayal gücü bizi gerçekten şaşırtıyor. Bunu küçük motor kabiliyeti geliştiren işleri ile beraber fen ve coğrafya işlerine bağlıyorum. Bir kabiliyetin gelişmesi için aslında ne kadar farklı başka bir işin yapılabileceğini görüp, sistemdeki eğitsel detayı takdir ediyor insan.
5. Bu konu çok enteresan. Kıpırcan artık her işini yerde yatarak veya çömelerek yapıyor. Yazısını, boyasını, elişini, okumasını. Öyle alıştı ki, hep yerlerde. Evde kilim kullanmadığı için biraz dağınıklık oluyor. Okulda belki alışıklar işleri bitince toplanmaya ama evde her seferinde “etrafı topla” diye hatırlatmak gerekiyor. Her okul veya her Montessori okulu böyle olmayabilir. Bazısında daha fazla masa sandalye olabilir. Okulda alanları büyük, istedikleri zaman istedikleri gibi hareket edebiliyorlar. Kıpırcan için süper bir ortam. Daha durağan ve sabit sisteme geçtiğinde, saatlerce bir sırada oturması gerektiğinde ne olur onu kestiremiyorum.
Bu beklenti ve önyargılarımın dışında öğrendiklerim ve tecrübe ettiklerim bir sonraki yazımda.
Bu serinin devamı:
Kıpırcan’ın Montessori Okulu tecrubeleri – Bölüm I
Kıpırcan’ın Montessori Okulu tecrubeleri – Bölüm III
Buraya bir zamanlar geldiğimde Kıpırcan ve ablası ne kadar miniklerdi.Zaman ne çabuk geçiyor.Daha nice sağlıklı yıllara küçük bey ,
Tr'den sevgiler
A.B
Ilgaz masasına yaklaşsa bile hiçbir zaman sandalyeye oturmuyor, ayakta duruyor. Bizim masada da kendi sandalyesine oturmuyor, ya ayaklarını bir yerlere uzatıyor, ya dizlerinin üstüne kalkıyor.
Ben de küçükken evde hep yerdeydim. Annem mutfakta iş yaparken bazen odada, bazen koridorda, ya da mutfakte yemek masasının üstüne yatarak ya da oturarak oynardım.