Bir ülkede doğup, büyüyüp, sonra yaşamak için başka topraklara göç edince kültürünü ülkeyi bıraktığımız zamanki haliyle daha fazla taşımaya başlıyoruz. Gittiğimiz yerde daha fazla vatan, millet, sakarya sayıklıyoruz. Görüyoruz ki başka topraklarda 200 senelik hikaye anlı şanlı tarih oluyor, 70 senelik bina tarihi oluyor, biz neymişiz yahu diye kabarıyoruz. Herşey biraz daha kıymete biniyor. Dışarıdan bakınca kadir kıymet bilmeyenlerin, kısa günün karı için koca tarihi bir kalemde silenlerin ne kadar çabuk çoğaldığını görünce iyice ifrit oluyoruz.
Bir de işin ucunda çoluk çocuk var. Çocuklarımıza da Türkiye, Türkçe ve Türklük öğretmek istiyoruz. Ama bu blogun çoğu okuru gibi çoluk çocuk, eğitim, oyun işlerine boğazına kadar dalmış olduğumuz için artık gerçek öğrenmenin ne yollarla olduğunu dünyanın yuvarlak olduğunu bildiğimiz kadar iyi biliyoruz. Ya örnek alarak, görerek, gözlemleyerek veya tecrübe ederek, tekrar ederek.
Bunları birleştirince anne baba olarak Türkiye’yi çocuklarımıza öğretmek bize düşüyor. Ama nasıl?
Ben zaten gezmeyi seviyorum. Her geldiğimizde alıyoruz çocukları boğazıydı, müzesiydi, camisiysi, sarayıydı, pazarıydı geziyoruz. Gezdikçe görüyoruz, gördükçe öğreniyoruz. Eğer bizim daha evvelden gidip gördüğümüz yerlerse, bildiklerimi anlatıyorum. Gitmediysem öğrenip onları aktarıyorum.
Kımılnaz unutur ama Kıpırcan’ın aklına kazınıyor. Sonra bir gün bombayı patlatıyor. Anne Türkiye çok güzel, ben Türkiye’yi çok seviyorum. Burayı da seviyorum ama Türkiye’yi de çok seviyorum. Biraz orada yaşayalım, biraz burada yaşayalım.
“Ah çocuğum ah, kalırsa birşey yasayalım hepsini” diyorum. Sonra oranın köylüsünden tut, bakanına kadar bu kültür birikimini ve hazinesini resmen inkar edip yok paraya satan Türkleri gördükçe de kahrolurum. 20 ytl ye müze kart var, Türkiye’nin bilmemkaç tane tarihi ve doğal müzesini görebiliyorsun. Sırada önümde onun pazarlığını yapanları görünce utanıyorum.
Ama onlara da ne suç bulmak lazım bilemiyorum (bakmayı bilmeyen bakan hariç). Orada YTL işaretleri yerine ne gibi bir paha biçilmez hazinenin durduğunu idrak edemeyen eğitimsizler ordusu ile karşı karşıyayız. Böyle bir eğitimimiz yok. Ne aileden, ne de okuldan.
Yurtiçinde kaç aile çocukları ile doğusundan batısına ülkeyi doğal güzellikleri, tarihi ve kültürel zenginlikleri için geziyor? Kaç aile çocuklarını alışveriş merkezi yerine müzelere götürmeyi tercih ediyor?
Kaç kişi (bakmayan bakanlar dahil) yurtdışındaki müzelerin demirbaş serglerinin Anadolu’dan çalınıp gittiğini gözleri ile görmüş ve içi cızlamıştır? Kaç insan Avrupa’da bir bayırın dibindeki yuvarlak forumun anfitiyatro diye allanıp pullanıp ziyaretçi akınına uğradığını görüp kafayı yemiştir? Kaç kişi komşuya gidip metro kazılarında çıkanların istasyonlarda müze misali sergilendiğini görmüştür?
Bunları bilmeyen, tercrübe etmeyen elindekinin üstüne üstüne çamur sıvamaktan da, ayıp söylemesi, işini görmekten de gocunmaz. Üstüne alışveriş merkezi kondurmak için yakmaktan, ne kadırgası yahu burada tüp geçit geçireceğiz kaldırın gidin demekten çekinmez.
Allah için ben de İstanbul ile Anlyaya arasına gerebileceğimiz çizgiden doğuya gitmedim ve bu benim açımdan büyük bir eksiklik ama Ege ve Akdeniz kıyılarındaki çoğu büyük antik şehri, doğal güzellikleri gördüm. Tarihe de meraklı olduğum için orada yatan tarihi de okudum. Bu yüzden her yeni antik şehri gördüğümde tüylerim diken diken olur, orada yaşamış insanları düşünür, hikayelerini anımsar (Kleopatranın gezdiği plajların hikayeleri dışındakiler), bütün bunların toplumsal bilincimizin bir parçası olduğuna inanırım.
Çok basit bir örnekle düşünün ki yazdığınız bu bloglar, tuttuğunuz günlükler, yarattığınız forumlar, gün gelse Türkiye’de hiçbir veritabanında yer kalmadı, bunlar zaten lüzümsuz dense silinse ne hissederdiniz?
İnsan çocukken bunların kıymetini öğrenmezse, sahiplenmez, daha fazla kıymet veren satmaktan çekinmez, yok ederken de gam yemez. Sadece antik kentler için söylemiyorum bunları, müzeler, kütüphaneler, şehirlerin tarihi mahalleleri için de aynı şeyler söz konusu. Antik şehirlere, tarihi binalara taş ve tuğla yığıntısı gözüyle bakılmasına çocuklarımızı eğitmeden son veremeyiz.
Türkiye’de tarih ezberlenilerek öğrenilmemeli. Karış karış görerek öğrenilmeli. Yurtdışında ve yurtiçinde satılmaya çalışılan all inclusive konaklamanın ötesine çıkılmalı. Okullarımızda daha fazla kültürel geziler yapılmalı. En basitinden en yakınlardaki tarihi ve doğal mekanlara, müzelere eğitici amaçlı turlar düzenlenmeli.
İlk parayı Likyalılar basıp kullanmıştır veya Anadolu’daki ilk tarih izleri Alacahöyükte Hititlerden kalmadır deyip basmakalıp geçmemeli. Resimler, hikayeler, karakterler çocukların gözleri önünde canlandırılmalı. Efes antik şehrinin, Hierapolisin alt yapısı gösterilmeli. Seneler evvel sadece taştan bir şehri İstanbul’dan daha düzgün bir şehir planlaması ile nasıl yapmışlar, nasıl şehre açık ava havalandırma (soğurtma) sistemi kurmuşlar, nasıl ince hesaplarla arklarla ta dağlardan su getirmişler örnek gösterilmeli. Hikaye gibi görsellerle anlatılmalı, çocuklar ve gençler oranın içinde hissetmeli kendilerini.
İşte o zaman belki üniversitelerin arkeoloji bölümleri kıymete biner, yerli kazılar fonlanır, müzeler çoğalır ve tarihimiz toprağımızda kalır.
Foto: Arkeo Atlas’in verdiği Gökyüzünden arkeolojik Türkiye kitabından Allianoi’nin, nam-ı diğer Paşa ılıcasının, kuşbakışı fotoğrafı. Hem bu kitabta hem de Yılmaz Özdil’in yazısında yazdığı üzere Türk arkeolog tarafından çıkarılmış tek antik şehir.
maşaallah parmaklarınıza pratikanne. benim okumaya zamanım olmuyor. konuya bakıp bir hafta içinde haftalık okuyabiliyorum ancak. lakin hergün hergün uzun uzun maşaallah.. 🙂
Benden de bir maşallah.Evde küçük çocuk yok,iki kişiyiz ama şu pc'nin başına oturmak bir türlü nasip olmuyor bana.
Benimkisi hastalik. Siz bana bakmayin 🙂